RUHSAL YÜCELME SÜRECİ
İnsan denilen, organizmaya akıl ve duygu eklemlenirken olgu ve olayları algılayıp; bunları, kapasitesi ölçüsünde değerlendirip eylemlerinde kullanmaya başladı; ve diğer türlerden farklı olarak “yücelme süreci” ne girdi. İlk insanlar, düşünsel yeteneklerin ve duyguların artması eşliğinde organizmal yapıdan kaynaklanan günlük yaşantıda rahatsızlık veren olgu ve olaylara önlemler geliştirdiler bu bir nevi yücelme süreci idi. “Biz insan değil miyiz? Kan içmeyiz!”, “Biz insan değil miyiz? Çıplak dolaşmayız!”, “Biz insan değil miyiz? Bedensel atıklarımızı gizleriz!” vb. sloganlar eşliğinde doğaya karşı yerleşik süperego başarıları kazanıldı.
Fakat bu eksendeki başarılar aynı parlaklıkta devam etmedi ve nihai hedef (kâmil insan) bireysel düzeyde kaldı, çoğunluğa yansımadı. İD denilen ilkel benlik ve doğal ego birlikteliği, sosyal maskeler/kalkanlar arkasına gizlenerek, teknikler geliştirerek, uzmanlaşarak, işine geleni elde etmeyi hedeflemektedir. Çoğunluk -en basitinden niteliklisine- uygunsuzluk skalasında kendine bir yer bulduğundan, bu düzen reddedilmeyip tolere edilmektedir. Diğer taraftan konfor olanaklarına sahip olma, bireysel/ruhsal yücelme yerine ikame edilip yeterli görülebilmektedir.
Günümüzde gelinen nokta -bireysel olgunlaşmalar artmakla beraber- bir taraftan da çoğunluk için yücelme sürecinde duraksama, hatta geri dönüşün ipuçlarını vermektedir. Nüfusun fazlalığı, olanakların paylaşılması “kim yiyecek?” sorunu”, “iletişim kolaylıkları” vb sebeplerle yeni bir barbarlık dönemi eşiğinde/içinde gibiyiz. Hayatta kalma zorunluluğu bireye sorunlarını –ne şekilde olursa olsun- çözmeyi dayatıyor. Doğa mekanizmasının forsmajör gücü, kararlılıkla insanlığı, bireysel iradeyi yenebiliyor.
Dünya denilen gezegenin en gelişkin canlı türü olan insanların az sayıdaki bilim adamları, evrenin yaşı, boyutları ve mekanizmasına ilişkin fikir yürütebilecek, tanım/yargı üretebilecek yetkinliğe erişmesine karşın, insanlık ortak iradesi, hayatta kalma temel sorununa gerek/yeter kalıbında ve sürdürülebilir bir çözümü kurumsallaştıramamış ve çoğunluğa yaygınlaştıramamıştır. Bu kadar olabiliyor. Kayda değer sayıda insanlar, süperegoyu, özsaygıyı zedelemeyi göze aldıracak zorlanmalara maruz kalmaktadırlar. Çoğunluk, hayatta kalma kurgusunun dayattığı birincil (beşeri benlik) ve deforme ettiği “kirli” ruh hali ile ve bir parça uyum şekeri tesellisi eşliğinde ömürlerini tamamlamak durumunda kalmaktadır. Bireylerin liste başı işi “günlük hayatı sağlama ve kolaylama” maddesinin ötesine geçememektedir. Öğrenim/eğitim olanakları zaten kısıtlıdır ve geneli “uyku” halinden, ham benlikten kurtaracak içerik ve etkinlikte değildir.
Bilgiler katışıksız olarak verilmekte, “aydınlanma”, bireysel yetenek ve çabaya terk edilmektedir. Kozmik benliğe geçiş için uygun altyapı bulunmadığı gibi, çoğu birey için beşeri benliğin duvarları aşılmazlığını korumaktadır. Bu nedenle, bilimsel gelişme hızı, moral değerlere, paradigmaya yansıtılamamaktadır. Bilim ve teknoloji alıp başını gidiyor; ruhsal tablo yerinde sayıyor gibi. Her yeni nesil, geçmişteki nesillerin defolu yaşam kalıplarını, özellikle psikolojik negatiflikleri aynen tekrarlamaktadır. Çoğunluk doğal yapı ve kurguların kıskacından sıyrılamıyor; “farkında olmayan nesne” gibi, ya da ipleri doğanın elinde olan bir kukla gibi vahşi orman düzeninin avcı ve av rollerinde günlük hayatını sağlama ve kolaylama hedefine damgalanıyor. Bu sığ birincil programı başarabilmek için maskeli davranışlarla zenginleşen uygunsuz tekniklerden oluşan karmaşık bir düzen içinde çırpınıyor. Düşünsel etkinlikler, nesnel olmaktan uzak, “işine gelen ekseninde” “ödül odaklı” kullanılıyor. Bilge, çelebi, uygar kulvarına geçilemiyor.
Genel çözüm, iktisadi refahın yaygınlaştırılması ve sürdürülebilirliği altyapısı eşliğinde –eğitim etkinleştirilerek- kozmik benliğin çoğunlukça özümsenmesini gerektiriyor. Teknoloji ve bilgi çağı insanına yakışan budur.