Aslında birbirimizi ve herşeyi etkiliyor ve çok farklı ve ince şekillerde engelliyor ve özgürlüğünü azaltıyoruz. Ve bu ince özgürlük çalma/azaltma şekillerinin neredeyse hiç farkında değiliz veya umursamıyoruz.
Sebebi, hayatta bu seviyeye inmeyi engelleyen çok daha kaba, zorlayıcı gereksinim, zorluk vs ile çevrelenmiş durumdayız zaten. Önce kaba doğrudan sorunları çözmeden incelerine geçmek çok mümkün değil.
Bu ince zorlukların en tipik örneği, çokluktan doğan zorluklar. Yani bir çok varlık benzer şekillerde düşünüyor/hissediyor/yaşıyor ise, bu çerçeveye uymayan herkes de bu zorluktan payını alıyor. Yani toplum normalleri sizi kendine çekiyor. Çan eğrisini düşünün, çan eğrisinin şişman göbeği o toplumun normallerini oluşturur. Toplumu değiştiren geliştiren aydınlatan herkes, o göbeğin daha sağındadır. İşte o daha sağdan çıkan az sayıda insan, genele küçük tohumlar ekebilmişse, o tohumlar yeşermişse veya göbektekilerden 'aydınlanma isteği' duyanlar oldukça ancak birşeyler gelişebilir. Ama çokluğa karşı az oluş sözkonusu. Göbeğin sağındakiler onu kendine çekmeye çalışır, göbek ise onları kendine çeker.
Şimdi çokluğun getirdiği sorunlar normal bakışla görülemez. Çünkü herhangi birşey için gidip tek tek bireyleri suçlayamazsınız. Ama o tek tek bireyler bir 'çokluk' oluşturduğunda, herbirinin mikro etkileri birbirine eklenerek sizin hayatınızın çatısını ve çerçevesini siz isteseniz de istemeseniz de kurmaya başlar.
Dolayısı ile herbirimiz birbirimizden, birbirimizde yarattığımız etkilerden sorumluyuz. Birbirimizin, farkında olmadan çaldığımız özgürlüklerinden sorumluyuz. "Aman bunu herkes yapıyor, ben de herkes gibi yaşıyorum" düşüncesi bir sorumluluk azaltıcı unsur değil. 'Herkes'e dayanarak yaptığımız herşey sorunlu bir şeyi örtme girişimi oluyor genelde. Arada kaynayan basit küçük şeyler. Ama kişi düzeyinde olan bu mikro etkiler, toplumlar ve dünya düzeyine çıktığımızda birbirimizin hayatını en çok engelleyen şeyler bütününe dönüşüyor (nasıl ki, dünya tek bir noktada bakarsak neredeyse düzdür, çok az eğridir, ama bu eğrilikler toplanıp yuvarlak bir dünyaya dönüştürür onu). En kötüsü, farkında olmadığımız şeylerdir genelde. Garip değil mi, en küçük etkilerin en sınırlayıcı şeyi yaratması. Büyük olanlar değil, en küçükler en büyüğü yaratıyor. Çünkü en küçükler, en kontrol edilemez, en ayırtedilemez olanlar ve en çok olanlar. Balina neredeyse hiçbirşey yemiyor görünürde, ağzını açıp yüzüyor. Ve en küçüğü yiyip, en büyük oluyor.
Şimdi bu sadece göbeğin sağ tarafına zarar veriyor değil aslında. Herkese zarar veriyor. Yaşama ana bakışı koşullandırıyor. Mesela insanlar hayatta birşeylere odaklanma ihtiyacı duyduğunda veya anlamını sorguladığında, bu ana kalıplarla karşılaşıyorlar. "Tadını çıkaranlar", "sürekli çalışanlar", "bir din veya felsefeye dahil olanlar" gibi gibi. Bu hazır kurulu yollar onları mıknatıs gibi çekiyor ve kendi yollarını kurmalarını, kendi arayışını başlatabilmelerini zorlaştırıyor. Kim başarmış ki bunu, milyonda bir kişi mi? Eh işte o zaman o tip mıknatıslar da pek güçlü olmuyor. Ve kişi bu başarının azlığından o tarafa yanaşmıyor, ve hatta görmüyor bile öyle bir olasılığı.
Geçenlerde şunu düşündüm. Bir olanak veya ödülü biz herkes için aynı sanırız. Oysa elde edilecek deneyim, salt o olanağa bağlı değil, o olanağın sağlandığı kişiye de bağlı. Siz ne kadar gelişmiş ve aydınlanmış iseniz, o olanağı değerlendirebilme yollarınız da o oranda gelişiyor. Salt para üzerinden çok anlamlı değil ama örnek vermezsem söylediğim şeyin anlaşılması daha zor olacak gibi hissediyorum. Diyelim gelişmekle/aydınlanmakla pek ilgilenmemiş ve hayatını sizin deyiminizle 'sürüklenme kalıbında' yaşamış birisine 1 milyon dolar vermekle, hayal gücünü geliştirmiş, çeşitli düşünme sistemleri ve felsefelerle ilgilenmiş, kendi aydınlanmalarını yaşamış ve yaşamaya devam eden birine 1 milyon dolar vermek aynı ödül değil, aynı sonuç ve deneyimi de doğurmayacak. Ben çok kazanan, çok parası olan ama parasını harcayacak yer bilmeyen insanlar tanıyorum. Dolayısı ile o olanağın aslında kendisine bir getirisi yok. Diğeri ise türlü çeşit yol ve deneyim bulabilir.
Öte yandan "havadan gelen para" düşüncesi de çok anlamlı değil. Hatta para üzerinden bunu örneklemek zorunda kalmam bile aslında gene 'çokluğun' hayatımıza soktuğu ince zorlamalara bir örnek. En kolay böyle anlatabileceğimi düşündüğüm için bunu söylemek zorunda kalıyorum. Ama aslında örneği bozuyor.
Şöyle diyeyim, geçenlerde şunu farkettim. Ben elmaya baktığımda, başka birinin baktığı ile aynı şeyi görmüyorum. Herkes elmaya bakınca farklı birşey görüyor.
Elma olanağı/imkanı/ödülü diyelim atıyorum 100 birimlik bir ödül olsun.
Ve eğer ona bakan insan 1 birim kendini geliştirmişse, buradan elde edilecek deneyim getirisi/zenginliği = 1 * 100 = 100 birim oluyor.
Yani bu "olanak" ve "olanakla karşılaşan kişinin gelişmişliği/aydınlanmışlığı" birbiri ile çarpılıyor.
Yani kişi aydınlanmışlığı 100 birim olsa idi, elde edilecek deneyim = 100 * 100 = 10000 olurdu. Yani 100 kat fazla.
Bu ne demek; aslında aydınlanmaların önemini anlamayarak, 'duyarsız/duyarlanmamış çokluğa gömülerek' aslında sadece başkalarına ve göbeğin sağındakilere zarar vermiyoruz, en büyük zararı da kendimize veriyoruz. Hepimiz birbirimizi topluca 'daha azına' mahkum ediyoruz. Ortada bir hapishane yok ama hapsolanlar var, hepimiz.
Şimdi bu konu oldukça önemli ve gözden kaçan bir nokta, o yüzden uzunca yazdım. Ancak aynı zamanda çok hassas bir nokta da. Neden derseniz, önemli olmasına rağmen bu konuda yapılabilecek şeyler oldukça az. Ve zorlanabilir de değil. "Kimse darılmaz" diyorsunuz ya, ben "hem darılırım hem darılmam". Darılırım çünkü darılmadan yapamam. Ama bu darılmam hedef bulamaz, bir zorlamaya dönüşemez, aslında tam bir darılma bile olamaz. Bu zorlanabilir birşey değil. Bilinçlenme/aydınlanma çabası zorlanabilir birşey değil. Aksi halde 'ince ince özgürlüklerin çalınmasından bahseden' ve kendisi 'kaba ve doğrudan şekilde insanları zorlayan ve özgürlüklerini doğrudan çalan' biri olurdum. Yani bunu isteyemem bile. Kendi söylediğim şeyin tam tersi sonuçlara çıkar. Hani tanrı/din adına savaşlar başlatıp birbirini zorlayan/öldüren varlıklar gibi. Söylediğim şeyi anlamamış olurum. Bu yüzden darılamam da. Bunu isteyemem bile.