Müzik, müzik, müzik...
Müzik (hoşa giden seslerin birlikteliği), benim için felsefi yüksek yorum yüklediğim bir varoluş etkinliği.
Lise dönemimde radyoda Nevin Uluçam'ın sunduğu "Dilek Kutusu" programını kaçırmazdım ve bazı isteklerde de bulunmuştum.
Evrensel ölçekte doğadaki seslerin çok çok üstünde yaratıcılıklar sergilenebiliyor müzik alanında. Bence hayata insani katkı olarak bilim düzeyinde gelişkin bir yaratı müzik sanatı.
"Dilek kutusu" döneminde ve sonrasında uzunca bir süre klasik batı müziği alanında gezinmiştim sonrasında eşimle beraber Enrico Morricone'un "Marco Polo" belgeseli müziğine aşık olmuştuk. Kime ait olduğunu kaydetmediğim için sonraki yıllarda uzun süre kasetini aramış ve fakat bulamamıştım. Eşim, "İpek Yolu" belgeselinin müziğinin de aynı etkileyicilikte olduğunu söyleyince ona odaklandım; halen bir Kitaro (Takaishi Masanori) hayranıyım.
Klasik batı müziği ile Kitaro' nun müziğini karşılaştırırsak; batı müziği enstrümanların performansı üzerine bina edilmiş çoklu armoniler olarak tanımlanabilir; bir nevi "kortex" çalışması (resim alanından örneklemek gerekirse teknik ağırlıklı resim diyebiliriz). Kitaro' nun müziğinde de teknik elbette vardır ve fakat teknik kendini hissettirmez; adeta altbeyin/gönül ağırlıklı bir müzik. Kitaro'nun "Cosmic Love" adlı parçası ile başarılı transandantal meditasyon yapmışlığım var (Loş bir odada kulaklıkla normal volümün bir tık fazlasıyla gözler kapalı olarak müziğe odaklanarak; dikkati, bazen ikincil melodiye/ritme kaydırarak). TM ye en uygun müziğin gene Kitaro'nun "Oasis" adlı eseri olduğunu kanaatindeyim.
Bunları yazma nedenim yenilerde Kitaro'nun değişik bir çalışmasını keşfetmem: Aqua adlı parçası ile Requiem parçasını kombine etmiş; birini ritim olarak kullanmış: Kitaro - Aqua & Requiem
https://www.youtube.com/watch?v=EluHQy7J6NI