PERDE II : " İde; inceliyor, kadın oluyor, Hıristiyanlaşıyor."
Sahne 1
"Tûtî-i mu'cize-gûyem ne desem lâf değil
Çerh ile söyleşemem âyînesi sâf değil
Ehl-i dildir diyemem sînesi sâf olmayana
Ehl-i dil birbirini bilmemek insâf değil"*
Nef'i
(Perde açılır, sahnede genel olarak Roma nın rutin-günlerinden birisi tasvir edilmektedir. Bir köşede bir masa etrafında yiyip-içenler, bir köşede cilveleşenler, bir köşede kavga edenler... Philon, otantik Musevi urbaları içinde, bir ağacın gölgesi altında bu gündeliği seyre dalmıştır; bir süre sonra kendi kendine konuşmaya başlar, Romalılara seslenmemektedir.)
Philon: Yehuda aşkına bu ne sefil bir iştiha! Nasıl kayıtsız kalırım bu yozlaşmaya, nasıl tek söz bile etmeden geçip giderim böyle bir sokaktan! Ah, Roma çürümeye devam ederken; imparatorluk da yeryüzünde çürütemediklerini infaz edip toprak altında çürütüyor! Üstad Sokrates, Platon ve Aristo nun başka türlü çürümesi mümkün müdür zaten! Tutkularıyla zincirlenmiş bu sefilliğin bakışlarından, gölgelerin karanlığını delip de aydınlığa çıkmasını beklemek kaçıklıktan başka nedir ki; meğer boşuna ölümünü gögüslemiş Sokrates! Gölgenin gölgeyi aydınlattığı nerede görülmüş ki! Ama güneş balçıkla sıvanmaz derler, er geç kutsal ışığın bilgeliği aydınlatacaktır bu sefil karanlığı.
Sen ey parıltıların tanrısı Yehova, sen ki ışığınla herkesi aydınlatmayı beklersin, karanlıkların gazabından sana sığınırım ve sen ey koca Sokrates, başlattığın savaşın ruhu olmaya huzurunda and içiyorum, gazamız müberak ola!
Soktates’in ruhu: (Philon’la konuşmaktadır, Philon kadar kederli ve kötümser değildir.) Sadık talebem, ruhdaşım... Hiç kuşkun olmasın ki gazamız mübarek ve muzaffer olacaktır. Yeter ki bu kutsanmış yolda kaybolmamak için yüreğinden gelen sesi dinlemeye devam et. Zira düşmanın pek pekin, pek yaman; öyle ki onu karşısına alan sinek ejderhaya dönüşmek zorundadır. Böyle bir karanlığın hakkından ancak göze görünmeyecek kadar parlak bir ışık gelir.
Philon: Ah Sokrates, insanlara göze görünenin sadece gölge olduğunu nasıl anlatabilirim. Göze görünen tüm bu ışığın sadece karanlık olduğunu...
Soktates’in ruhu: İnsan; bilmediğini bilen, duymadığını duyan, görmediğini gören olduğu için insandır, Philon. Romalılar ise hala kendilerini bilmezler. Az önce duyduklarımdan şunu anladım ruhdaşım: Sen kendini bilmeyenlere güceniyorsun, bedenimi öldürdükleri için. Oysa gölgelere kızmamak, gücenmemek gerekir, zira beni öldüren onlar değildi. (Bundan sonra Sokrates’in ruhu gittikçe daha coşkulu konuşmaya başlar) İsteyerek gittim ben ölüme, ruhuma koştum ben bedenimden. Bilmez misin, kemikten bir hapishanedir beden , bir işkencedir kan cana! Kaburgalar parmaklıktır, ruh dolar parmaklarını parmaklıklara talihsiz bir mahpus misali; mahsun... İşte mahkum edildiğimde yargıçlarca, bedenim acıdı ruhumun bu tutsaklığına, acıdı da tek seferlik acıya, ölümün acısına katlanmaya razı geldi. Bir beden ruhun farkına vardığında ister istemez merhametle dolar dostum! Onun içindir ki, dilim Kripton ile konuşurken ruha merhametle üflemiş, bir et parçası olan dilim direnmişti Kriton’a. Zaten dilim olmasa nasıl “hayır” derdim ölümden kaçma teklifinin ayartısına ve nasıl “evet” derdim bir hücrede infaz beklemenin işkencesine. Dilde kemik yoktur aziz dostum, işte bu yüzden ruhun tek müttefiki dildir bedende. Merhamet daha kolay “dile gelir”, kemiğin olmadığı yerde.
Philon: Ah Sokrates! Sen her zamanki gibi haklısın. Boşuna olmadın ya “insanların en bilgesi”... Sözünün üstüne söz koymak ahmaklık olurdu, lakin bu ahmaklık bile şu feleğin ahmaklığının büyüklüğü (Romalıları işaret eder, bir yandan da baş parmağı ile işaret parmağını birbirine değdirerek “küçüklük” imasında bulunur ) ile kıyaslanınca bir köşede yitip gider. Sözlerimizin büyüklüğü ile onların kulaklarının küçüklüğüne dair edilen sözler ne de doğruymuş Şüphe yok ki, sözlerimiz hakikattir; öyleyse ya insanların kulaklarında ya da hakikatin sözlenişinde hata var. Zira onca vaaza rağmen, işte sonuç ortada, aradan yüz-yıllarca zaman akıp gitmesine rağmen işte onlar hala bıraktığınız yerdeler. Prangaları parçalayarak serbest bıraktığınız bakışlar da tekrar gölgelerin rahatlığına sığındı, uzatılan zincirler ise yük olmaktan başka işe yaramadı. Kendi kulaklarını uzatıp kendi yüreklerini büyütme sözü vermiş olanlar, söylenilen kıymetli sözleri koyacak yer bulamayınca verdikleri sözlerin de altında kaldılar. O halde, hakikati koyacak kulakları nasıl bulmalı, bu Romalı kulakları nasıl çekip çevirmeli de büyütmeli?
Sokrates’in ruhu: Tüm bu söylediklerin aldığım kararın ne denli yerinde olduğuna işarettir, Philon; senin de Platon gibi aklın başından büyük, ruhumun konağı olarak seni seçmekle ne kadar da isabetli bir karar verdiğimden şimdi büsbütün emin oldum , zira sadece “sorunu” görme değil aynı zamanda çözümü arama gücüne de sahipsin sen, Philon.
Nasıl günü gelmeden gerçekleşmez ise hiçbir doğum; sırlar da zamanı gelmemişse açığa çıkmaz, her sözün hazırlığını yapmak gerekir söylemeden önce. Nasıl bir çocuğu zamanı gelmeden doğuma zorladığında doğurtmak, cana getirmek isterken tam tersine eksik bırakıp öldürürsen, bir sözü de zamansız söylersen sakatlayıp öldürürsün. Bu davada karamsarlığa yer yok can yoldaşım, vaat edilen kutlu doğum er geç gerçekleşecektir, bizler sadece bu yolun “bekçileriyiz”; bize biçilen yazgı bu, sen yazgını tecelli ettir, gerisini düşünme. Bu yol çok uzunca ve zorlu bir yol…
Philon: Ah üstadım, bana kusurlarımı gösterdin yine, bu sefil dünyanın bir parçası olan ben, bu dünyanın yasası gereği acele ettim, hemen sonucu görmek istedim, yazgıyı unuttum. Ebelik yaptığım çocuğu kucağımda, hemen şimdi burada görmek istedim. Oysa bizler yakınmadan, ilenmeden üzerimize düşeni yapmaya devam etmeliyiz. Kuşkusuz en iyisini, idealar aleminin yaratıcısı Yehova bilir!
Sokratesin ruhu: Ah can yoldaşım, ne kadar da iyi dedin, teşhisi koydun tedavini de sen üret. Evet dil önemli, onlara karşı hangi dili nasıl kullanacağın konusunda bilen önce. Usul esasa tabidir, sen esasa sahipsin zaten. Biz idealar alemini dün vakitsiz olduğu için tam anlatmadık, şimdi ise bugün bizimdir.
Philon: Yüce Sokrates, taleben olmak, yolundan gitmek benim için en kutlu ödevdir!
Sokratesin ruhu: Öyleyse bırak ruhum dolsun bedenine, bugün bizim olsun ve “BİR” leşsin ruhlarımız, senin bedeninde. Birlikte cenk edelim karanlığın gölgelerine karşı, kanın kanım olsun canım canın! Bir dilden konuşalım seninle, zamanı geldiğinde anlasınlar ki “BİR” dilden konuşur olur, bizim ile!
Philon: Buna nasıl “Hayır!” der dilim yüce Sokrates, bedenimde senin ruhunu taşıyor olmak ancak onurlandırır beni, öyleyse şöyle der bu dil : (Sokrates’in ruhu ve Philon birlikte) Gazamız mübarek, davamız muzaffer, yolumuz açık ola!
(Phil-on Romalılara ve seyirciye seslenmek üzere hareketlenir diyaloglar boyunca Romalılara seslendiği kadar seyirciye seslenir. Romalıların karşılıklarını seyircinin sahiplenmesi böyle sağlanır )
Phil-on: Aziz ve muhterem Romalılar, Sokrat-on sizlere unuttuklarımızdan söz etti ki, Yehuda aşkına yerden göğe kadar haklıydı, bizler hep unutandık, bildiklerimiz bize aslımızı unutmaktan başka bir şey yaptırmıyordu ve bizler unuttukça mutsuz hale geliyorduk, ne mutlu ki bizlere, Sokrat-on gibi bir ruhla karşılaşmanın talihi ile sarıp sarmalandık.O, bize unuttuklarımızı hatırlatmaya başladı, ebedi ışıktan aldığı feyz ile bizi maddenin, yer-yüzünün sefil karanlık bataklıklarından alıp, idealar ülküsü ve ülkesine, öz-vatanımıza kavuşturdu. Ancak, beşer-şaşar misali muhterem Romalılar, onun da “unuttuğu” bazı şeyler...
Romalı -1: (Philon'un sözlerini bitirmeden ileri atlar, biraz da kızgınca bir ses tonuyla) Bunlar nasıl sözler Philon, senin ne dediğini kendi kulağın duyar halde mi? Bir yandan bu kutlu yüce insanın bizi kutlu olan ülkeye taşıdığından söz ediyorsun, diğer yandan onun da unuttuğu bir şeyler vardı diyorsun, daha ötesinde ne ve nasıl bir yer olabilir ki, hatırlamamız gereken, ne demeye çalışırsın sen bizlere?!
Phil-on: Aaah kıymetli Romalılar, Sokrat-on sizlere hep acele etmeyin, beni sonuna kadar dinleyin dememiş miydi? İşte onun uz-görülüğü yine haklı kılınmış oldu, işte sizler yine acele eder, peşin hüküm verirsiniz.
Romalı -2: Tanrılar aşkına, doğru söylersin Phil-on, Sokrat-on bizim her ileri hamlemizde, bizi sakinliğe, sabra davet ederdi, lakin, sahiden de Sokrat-on'dan sonra, onun üzerine daha fazla ve farklı olarak bize ne diyeceğini merak ettik, bu merakın etkisiyle de ileri adım atmaya çalıştık, sanırım Romalı dostumun durumu buydu ki benim durumum da bu, işte bu yüzden soruya cevap vermeni bekliyoruz…
Tüm Romalılar: Evet Phil-on, soruya cevap vermeni bekliyoruz…
Phil-on: Sizi hareket ettiren kaygıyı anlamıyor değilim, haklısınız Aziz Romalılar, Sokrat-on gibi bir erenden sonra konuşmaya çalışmak, onun dedikleri üzerine lakırdı etmek pek de kolay bir iş değil, bilirim bunu, lakin siz de şunu bilin ki, tanrılar buyruklarını, “doğrudan” iletmemişlerdir bizlere, bir şekliyle bizlerin huyuna-suyuna giderek, bizlere göre konuşmuşlardır, bilirim ki Sokrat-on da “tanrısal bir sesti”, ancak size, durumunuza göre konuşan bir sesti, her bilgi her zaman herkese verilmez, bu yüzden tanrının bizler için tasarlamış olduğu bir yol haritası vardır, Sokrat-on bu yol haritasındaki bir uğraktı, sizlere sürekli acele etmeyin, sabır ve sukut üzerinde beni sonuna kadar dinleyin derken bunu kastediyordu işte. Fasıl kapanmış değil hala, ne de vaaz bitmiştir henüz.
Romalı-3: Ne yani, sen şimdi bize Sokrat-on'un ruhu taşıdığını mı söylüyorsun?
Phil-on: Tanrı aşkına, Sokrat-on bedenin ruhun hapishanesi olduğunu söylemedi mi ve ruh bedenleri özgürleştirmek adına, bedenler arasında ve içinde dolandığını sizlere söylememiş miydi, sadece bende değil, hepinizin içinde saklı Sokrat-on'un ruhu, ama sizler her zamanki kötü alışkanlığınıza boyun eğip, unutuverdiniz çabucak sizlere söylenenleri…
Romalı-4: Asıl konudan hep uzaklaşıyoruz Phil-on, bunları sonra konuşuruz, önce bize Sokrat-on ' un neyi unuttuğunu söyle….
Phil-on: Unuttu demekle belki haddimi aştım Romalılar, bir tür kibir ve küstahlığa kapıldım, şöyle demek daha makul olacaktır: Henüz vakti-zamanı gelmediği için Sokrat-on sizlere bazı şeyleri söyleyemedi, söyleyeceklerini hazmedemeyeceğinizden korktuğu için, işte şimdi bunları söylemenin vakti zamanı geldi, Sokrat-on benim bedenim üzerinden sizlere tekrar seslenecek…
Romalı-1: Sabırsızlıkla ne diyeceğini bekliyoruz Phil-on…
Phil-on: Peki, o halde aziz ve muhterem Romalılar, tam da Sokrat-on'uun dediği gibi, onun sizde uzattığı kulakları ve büyüttüğü yüreğin cesaretini tam da şimdi tekrar kuşanmanızı ve can-kulağıyla beni dinlemenizi istiyorum.
Romalı-2: Kulağımız ve yüreğimiz seninledir Phil-on.
Phil-on: Önce sizlere bir soru ile hatırlatma yapmam gerekiyor Romalılar, Sokrat-on'un “idealar” alemini hatırlıyorsunuz değil mi?
Tüm Romalılar: Evet, her şeyiyle hatırlıyoruz…
Phil-on: Peki Aziz Romalılar, bu idealar aleminin mucidi kimdir?
Tüm Romalılar:Her şeyin yaratıcısı ve yaratılmamış olan yüce Tanrıdır.
Phil-on: Pek güzel söylediniz dostlarım. İşte, benim sizlere anlatacağım tam da bu yüce yaratıcıdır. Çünkü, Rabbimizi tanıdıkça kendimizi bileceğiz.
Romalı 4: İşte yine saçma sapan laflar ediyorsun Phil-on. Biz kendimizi nasıl tanrı ile bir tutarız, tanrı olsaydık zaten her şeyi bileceğimiz için seni de dinlemezdik.
Romalı Yahudi: Hayır ahmak herif , hayır! Phil-on, tanrı olduğumuzu değil aksine bizim de tanrı tarafından yaratılmış olduğumuzu söylüyor.
Romalı 4: (Yahudinin üstüne yürür.) Eğer o kokuşmuş ağzını kapamazsan...
Phil-on: (Sesini yükselterek araya girer.) Sakin olun dostlarım! Eğer buraya gerçekten hır gür içinde birbirnizi yemeye gelmediyseniz vermiş olduğunuz sözlerin hatrına sükun edin.Değilse hepinizi yeminlerinden emin olunmaz namertlerden ve ikiyüzlü bozgunculardan ilan edeceğim.
Romalı 4: (Phil-on'a ) Muhterem dostum, öfkeme yenik düştüğüm için beni bağışla. Sen her ne kadar imparatorun ayağına sadece kendi halkın için gitmiş olsan da biz seni sözü dinlenecek büyük adamlardan sayarız. Sıçtığı bok en az bizimki kadar pis kokan o tanrı bozuntusuna tapınmayacağını söylemek için imparatora gittiğinde, bunun gibi (Yüzünü buruşturarak Yahudi Romalıyı işaret eder) insanların hatrına kendi gururunu hiçe saydığında hepimizden onurlu bir adam olduğunu da kanıtlamış oldun. Bunu aklımdan hiç çıkarmayacağıma ve sükuneti kim bozarsa onun kafasını bizzat patlatacağıma yeminler olsun.
Tüm romalılar: Yeminler olsun!
Phil-on: Öyleyse ben, seçilmişlerden Phil-on da; sizlerin sözünü seçilmişler halkından İbrahim peygamberin sözüne denk tutacağım.
Romalı 3: Söz kısmına diyeceğimiz yok Phil-on, ama sonra İbrahim'e "Seninkinin ucundan azıcık kesmezsek anlaşma sayılmaz." diyen Rabbiniz gibi elinde ustura ile gelmeyesin sakın !
(Birlikte gülüşürler.)
Phil-on: Evet, idealar aleminin yaratıcısının tanrı olduğunu söylediğinizde haklıydınız. Peki tanrı idealar alemini yarattıysa ve idealar gölgelerin aslı ise tanrı bu dünyayı ve bizleri de yarattığına göre daha sonra yarattıkları ile ilgisini mi kesmiştir?
Romalı Yahudi: Hayır, Yahuda bizimle ilişkisini kesmemiştir.
Phil-on: Haklısın kardeşim. Zaten aksi olsaydı "ne ise o olan" yaratıcının yaratmasında bir neden de bulamazdık. Bu ise ezeli ve ebedi olan tanrı idesinin yüceliğine yakışmazdı.
Romalı 3: Peki Phil-on, Tanrı nedir?
Phil-on: Dostum, biz Tanrı'nın ne veya neden olduğunu bilemeyiz ama Tanrı'yı bilebiliriz.
Romalı 3: Ben bu lakırtıdan hiçbir şey anlamadım.
Phil-on:Demem o ki, biz Tanrı'nın ne olduğunu bilemeyiz ancak tanrının varlığını kanıtlayabiliriz. İşte bunun için Kutsal Kitap'ta onun ismi Yehova yani "ne ise o olan"dır. "Ne ise o olanın" ne olduğundan değil ama varlığından haberdar olabiliriz.
Romalı 1: Peki bu durumda onun varlığını nasıl bilebiliriz?
Phil-on: Onun varlığının kanıtlanabilirliği onun her şeyin nedeni ve kaynağı olmasındandır yoldaşlarım. O; mutlak kuvvet, mutlak yetkinlik, mutlak iyilik, mutlak kutsiyet ve saf düşüncedir. O, yaratan- yaratılan zincirindeki ilk, zorunlu ve ebedi halkadır.
Romalı 1:İşte şimdi, yavaş yavaş kelamının güzel cemaline eriyorum, Phil-on.
Romalı 2: İyi ama Phil-on, tanrı mutlak ve saf idea ise o bu maddi dünyaya nasıl alaka gösterebilmekte ve ilişkide olabilmektedir?
Phil-on: İşte, size daha öne anlatılmayan ve Kutsal Kitap'ta anlatılan da tam budur, dostlarım. Tanrı dünyaya yarattığı idealar ile müdahale eder. Ruhlar, melekler ve ecinliler yaratıcının maddi dünya ile rabıtasını sağlayan hizmetkarlar gibidirler.
Romalı Yahudi : Phil-on, daha önce Tevrat'ın kelamını bu denli kavramamıştım.
Phil-on: Daha söyleyeceklerim bitmedi kardeşim. Bu hizmetkarların hepsi Tanrı'dan pay aldıkları içindir ki tanrısal bir ilkeye uymak zorundadırlar. İşte, bu ilke eskinden Atinalıların Logos dediği şeydir.
Romalı 3: Peki "Rabbimizi bildikçe kendimizi bileceğiz." dediğinde tam olarak ne demek istemiştin, Phil-on?
Phil-on: Demek istediğim, insan hem madde hem de ruh olmasına rağmen, onun özünü saf düşüncenin oluşturduğudur. Onun içindir ki, biz tanrıyı bildikçe kendimizi biliriz dostlarım.
Romalı 2: Ama senin bu söylediklerinden dünyada hiç kötü insan olmaması gerektiği sonucu çıkıyor, Phil-on. Oysa, dünyada öyle kötü insanlar vardır ki, sadece kötü olmakla da kalmaz bir de zenginlik içinde yaşar, her çiçekten bal almadan öleyim demezler.Öyle ki böyle kişilerin ölüleri bile bizim diriyken gördüğümüzden misliyle fazla alaka görür.
Phil-on: Bazı insanların kötü olmasında şaşılacak bir şey yok kıymetli dostum. İnsandaki kötülük, ruh ve bedenin uyum içinde olmamasının sonucudur.İnsanın maddesel yanı ve tutkuları onu karanlığa boğar, bu karanlığı da ancak Tanrı'nın ruhumuza tesiri ile ortadan kaldırabiliriz.
Romalı Yahudi : Demek ki, İsrailoğulları'nın diğer kavimlerden daha iyi olmasının sebebi Yehova'nın bizlerin kalbine tesir etmiş olması, ha!
Romalılar: Ne yani, şimdi sen bizim..!?
Phil-on: Ah, sizler durmadan söyleyip duruyorsunuz ismimi: Phil-on, Phil-on, ancak hiç de anlamış değilsiniz ne ismimin ne de Tanrının yarattığı sonsuza dek yaşayacak bu dünyanın manasını...
(Sahnede bir itiş kakış başlamıştır. Bir süre sonra olanlarda uzakta, sakin bir yere çekilmiş olan Philon kendisini birbirleriyle kavga eden insanlar arasında bulur. Kavga zamanla Philon'u itip kakmaya dönüşür, dikenlerden yapılmış taç Philon'un başına zorla geçirilir. Bach, erbarme dich ile perde kapanır.)
*Ben mucizeler söyleyen bir papağanım, sözlerim sadece laf değil
Dünyayla söyleşemem, aynası saf değil
Ehl-i dil diyemem gönlü temiz olmayana
Ehl-i dil olanların birbirlerini tanımaması olacak iş değil