DEGRADE DÜŞÜNCE SİSTEMATİĞİ
Bir rengin başka bir renge dönüşmesi sırasında, oluşan renk geçişi. Açıktan koyuya geçiş gibi… Dekorasyonda ve modada çok kullanılan aynı rengin çeşitli koyulukta sıralanışı zevkli gelir. Grade derece/seviye anlamındadır.
Algı ve düşünce sistemimiz de "sığ" ilk yaklaşımdan "derin" ya da "nesnellik" e doğru derecelenir. Günlük hayatımızdaki algı ve değerlendirmelerimiz ile Doğa olgu ve olaylarını algılama ve değerlendirme işlemlerimiz de önce ilk yaklaşım ile muhatap olur. İlk yaklaşım az sayıda faktör (az sayıda düşünsel referans) kullanır. İlgimiz devam ederse daha fazla faktör ile analiz derinleşir ve sonunda en derinde ya da -Bertrand Russell'ın dediği gibi atomal düzeyde analiz ile büyük resme ulaşılabilir; yapboz bulmacası tamamlanabilir.
Bazı konularda daha derin aşamalara geçiş, donanım ve yöntem gerektirebilir.
Özel görelilik teorisini bu açıklamalar çerçevesinde ele aldığımızda, insanlığın, özellikle fizikçilerin ilk yaklaşımda takılı kaldıklarını görüyorum. Einstein bu teoriyi sahiplendiğinde (Teori, aslında Poincare ve Lorentz'in idi; Einstein gizem düşkünlüğü motivasyonunda bu olguyla daha fazla heyecan eşliğinde ilgilendi ve sahiplenmekten kendini alamadı. Lorentz dönüşümlerini kullanması bir nevi itiraf gibidir).
Yani Einstein, konuyu içselleştirmemiş ve ilk yaklaşım aşamasında kalmış diyebiliriz. Einstein'ın açıklama cümleleri incelendiğinde de ilk yaklaşım izlerini görebiliyoruz: Cümle, tek fotonu dikkate alarak başlayıp, sonrasında ışığın sürekliliğini önceleyen argümanlarla devam edebiliyor ve okuyucu mantık çerçevesine oturtamadığı için düz okumaya geçiyor ve degrade düşüncenin daha sonraki aşamalarına geçemiyor. Fizikçilerin de bu noktada takılı kaldıkları kanaatindeyim.
Nitekim, bir akademisyen ile konuyu irdeleyişimde ben, foton ve ışık kaynağı arasındaki ilişkiyi -oyuncu ile top arasındaki ilişki ile örnekleyip- topu fırlatıştan sonraki anlarda topun oyuncuya göreli hızının top ve oyuncu hızlarının vektörel toplamı olduğunu söylediğimde, karşıtlama olarak top oyuncuyu uzay koşullarında düşündüğümüzde top hızının oyuncuya bağıl karakterde olduğunu ve kendisinin özel görelilik teorisini desteklediğini ima etmişti. Ben kendisine karşılık vermeyi uygun görmedim; ama işin aslını sizlere söyleyeyim: Hoca, Newton'un üçüncü (etki-tepki) yasasını dikkate alıyordu ve ilk anda bu kanaati doğru görünüyordu "bingo" (*) deyip bilişsel özgüvenini tazeleyip o noktada demir atıyordu; fakat bu yasanın yalnızca cisimler arasında geçerli olduğunu unutmuştu. Işık ya da foton ölçülebilen kütleye sahip olmadığı için etki tepki mekanizmasına zaten girmez.
(*) İlk yaklaşımda ve izleyen diğer değerlendirmelerde benzer akla uydurmaların her birinde "bingo" denilerek teori onaylanmaya devam ediyor.
Oysa çok yalın ve basit olarak teorinin iki ana postulası (ön kabulü) de yanlış. Bir defa Galilei görelilik ilkesi (**) de yalnızca cisimler arasında geçerlidir (kütlesel etkileşim sebebiyle ilk hız aktarımı söz konusudur) ve foton/ışık için geçerli değildir. Diğer postula olan fotonun her referans çerçeveden c hızıyla uzaklaşacağı ön kabulü, her ortamda ışık hızı ölçümünün aynı c değeri vermesine dayanır. Oysa aynalı ve sadece ışığa özgü deney, ışığın en dış çerçeve olan uzay boşluğuna bağıl hızını ölçebilmektedir; kaynağına göre olan hızını ölçmüyor. Mekanik biliminde (yani cisimler arasındaki ilişkilerde) ölçülen hız, ölçüm ortamına göre bağıl olan hız değeridir; yanılgı, ışığa da mekanikten gelen bu alışkanlığı uygulamaktan geliyor.
İlk yaklaşım bu noktada takılı kalıyor; biz ilerletelim: Bağıllık, objenin hareketine olanak veren ortama göredir. Araba, yol sayesinde -yolu iterek- hız ediniyor ve hızı yola göredir; foton boşlukta elektromanyetik çevrim ile yol alır; yani hızı uzay boşluğuna göredir. (***)
(**) Hareketli kaynağı eylemsiz çerçeve yapmak için kullanılır. genellikle çakıl taşı örneklemesi ile anlatılır. Düz ve sabit hızla giden geminin gözlem direği tepesinden serbestçe bırakılan çakıl taşı direğin dibine düşer; yani gemi sabit dururken olduğu gibi. Fakat hareketli giden gemide çakıl taşı yerine düşey yönlendirilmiş foton direğin dibine değil açığına düşer. Çünkü foton, çakıl taşı gibi geminin hızından bir ilk hız edinmez. Bu çok açık.
(***)
Elbette, şöyle de düşünülülebilir: Işığı/fotonu kaynak üretiyor, bir bağlantı/illiyet mevcut; ışığın hızını ölçtüğümüzde bu hızın kaynağından uzaklaşma hızı olduğunu zannetmemiz doğal. Düşünceyi bilinçli olarak ilerletip kaynağın rolünün fotonu serbest bırakmaktan ibaret olduğu sonucuna varmak kolay değil. Poincare, Lorentz, Einstein ve tüm SR hayranı insanların takıldıkdıkları nokta bu olabilir mi? Bunu idrak edebilmeye yardımcı şekil: GÖL YÜZEYİ DENEYİ :

Lütfen irdeleyiniz.