Mistisizmin Psiko-aksiyolojikliği: Ezoterizm, psiko-ontik karakterlerin ve aksiyolojik/ahlaki karakterlerin ile iç içe geçmesiyle oluşan, insani korkuların sağaltılması bağlamında da iş gören bir söylemdir. Mistisizmde değerler alanı ile epistemik/ontolojik alanın ayrıştırılarak okunması hem işlevsellikten uzak hem de ezoterizm bakımından hatalı bir okumaya yol açar.Zira, gerek "ezotorik külliyatta" gerekse "ezoterik pratikte" "varlık" ile "ahlak" açıkça birliktelik halindedir, bu nokta mistisizm adına uymayacak bir şekilde alenidir.O epistemolojiyi de,ontolojiyi de açıktan açığa ahlaki alanla bir götürmesi ile aynı şeyi gizleyerek yapan pozitivist paradigmadan ayrılır. Daha doğrusu pozitivist paradigma epistemeden aksiyolojiye geçişli dikteler yapar iken, ezoterik süreç uygulamalarında açıkça değersel alandan epistomolojiye yönelir.Bu ilişkiyi daha öncede değinildiği üzere ezoterizmin varlık görüşünde de gözlemek mümkündür.Başka bir ifade bir ifadeyle mistisizmde ahlaki temizlik “bil-gi” ve “var-lık” için ön koşuldur.
Mistisizmin bu dünyaya bakış bağlamında iki tipi: Dünyadan memnuniyetsizlik mistik için karakteristik bir özelliktir, onun maddiyatla ilişkisi bağlamında ve bir de vicdani rahatsızlık ve dünyevi ahlak ilintisiyle iki mistik tip karşımıza çıkar.Belki de bu iki tip, mistiğin inisiye derecesini de gösteriyor olabilir.Tinsele vurgunun artması, dolayısıyla maddiyattan elin çekilmesi ile orantılı olan ruhsal gelişim mistiğin dünyevi hayata karşı konumlanışında etkin olacaktır, aynı zamanda bu metin bağımlılığının derecesini de belirleyecektir.
Paradigmasına daha bağlı olanlar, dolayısıyla tinsele / göksele daha yakın olanlar "bu sefillik dünyasının" dertlerine daha uzak olanlar olacak, bu da onları daha "kutsal", "ruhsal" yapacaktır. Söylemin bu hali mistikte günlük hayat sorunlarını hor görme, toplumsal bunalımların eylemli çözümlerine karşı daha gevşek ve odaksız bir perspektiften yaklaşma sonucunu doğduracaktır. Bu pek çok mistikte gözlenen bir durumdur ancak indirgemecilik burada okuma hatasına yol açacaktır.
Gandhi, Tolstoy, Şeyh Bedrettin gibi isimler göz önüne alındığında, bu isimlerin paradigma kumaşında delikler açmaya ve buralardan nefes almaya çalıştıkları görülür .Bu nefes alışlar onları dünyeviye yaklaştırmakta dolayısıyla tinselliklerine zeval vermektedir.İçrekçi anlayışın mutlak kabulü ve “şeytanını da sevme” anlayışı mistikte sindirim bozukluklarına sebep olduğu anda, salt tinsel yaklaşım boğucu gelmeye başladığında dünyevi açılımlar yapılabilinmektedir.
Bu açılımlar mistiğin zayıflığı olarak okunabileceği gibi onun güçlülüğüne de işaret olarak okunabilir: mistik dayanıksızlığı dolayısıyla yükünü düşürmüş olabileceği gibi -şeytanını sevmek zordur-, gücünü toplayıp üstünden bir parça yük atmış da olabilir.Bu iki bakış açısının birleştiği nokta ezoterizmin uğuşturucu etkisinin kısmi de olsa bir şekilde vücuttan atılmaya çalışıldığına dairdir.
Özne, nesne ve inisiye üzerine: Bir kandırmaca olarak “olgular ve şeyler” paradoksal bir şekilde ezoterik paradigmada da mevcuttur. Bir paradokstan söz edilebilir çünkü mistik tinsel ilerleme anlayışıyla bütüncüllüğünü inisiye uğruna feda ederek özne/nesne diktonomisine dönüş yapar: Birin parçası olan tekiller bu sayede hem özne/nesne anlayışını aşıp hem de zahiri anlayışın özne problemini kendince “çözerlerken” işin içine tinsel gelişme, kademe atlama miti sokulunca bu ilk düşünüş sistematiği bir bozuluma uğrar.
İnisiye öznenin nesneleri çözmesine ilişkindir.Mistiğin dünyanın, evrenin, kutsal metinlerin, kadim yazıtların sırlarını çözmesi levelizasyona içrektir, başka bir ifadeyle özne nesneleri çözer, daha sade bir anlatım ile söylenirse inisiye özneyi nesnenin karşısına dikip nesnede çözülmesi gereken hakikat sırlarını varsayar. Bu “bir” içinde eritilmiş olan özne nesne diktonomisinin küllerinden doğması demektir: mistik, metin bağdaşığı olarak bir düşünüş tarzından kendisini kurtaramadığı için dilsel bir çıktı olan öznelik/nesnelik konumlanışı yeniden paradigmaya dahil olur. Bir bulmaca olarak dünya anlayışı hem pozitivist hem de içrekçi anlayışın ortak tasavvurudur. Aydınlanmacılık ve güneş miti tüm realist paradigmaların temelidir.
Ezoterik tikel özne üzerine: Tanrı ve dünyanın ayrıştırıldığı amele-tanrı anlayışını benimseyen dinsel metinlerdeki açmazlardan biri olan öznenin durumunu, “cüz’i iradenin” “külli irade” karşısında işgal ettiği yerin etkinlik bakımından oluşturduğu sorunun -bir çeşit özgür irade ve sorumluluk alabilme bağlamında- çözümü için düşünülmüş olduğunu söyleyebileceğimiz panteistik görüş ve bunun çeşitlemeleri ezoterik özneye de dikilmiştir.Peki dikiş tutmuş mudur?
BİRe yakınlığı oranıyla değer kazanan insan, birin istençsizliğine mesafesi oranıyla değer kazanıyor demektir.İnsan ne denli hayvanilikten uzaksa o denli değerli sayılmıştır. Bu kurulumun insanı götürüp bırakacağı mevki harem ağasınınkiyle birdir.Harem ağasının ağa olmak için ödediği bedel -iğdiş edilme- “gurunun” ödemesi gereken bedelin aynıdır. Hadım edilmiş harem ağasının iğdişinde nasıl “özne” kırıntılarından dahi bahsedemezsek isek -bu özünde azgın, vahşi, koca erkeklikleriyle meşhur siyahiler köleleşerek harem sahibinin adına hadım edilirler- mistik karakterler de kurulmuş özneler olarak iğdişe götürülürler.
Hadımlığın kabullenilişinin anlamı, yatak odasına başka bir erkeği davet etmek zorunluluğunda olan “harem ağasının” trajedisinde belirginleşir ve hadımlılığın geri dönüşlülükle arasına koyduğu mesafe ile "erkekliğin" fiziksel olarak yinelenemeyecek olmasının bilinci, harem ağasını yatak odasında kendine ait deliği doldurmuş olan padişaha yönelik bir başkaldırıdan alıkoyar. Bu aynı zamanda “birin” kendi içindeki “çelişkisidir.” : “Bir” istençten yoksunluğuna rağmen mistikte bir istenç olarak görünüp iğdişin kesip attığı arzuyu “kendi tarzında” yeniden üretir.Bu yeniden üretim cellat ile hadım ağanın, padişahın iradesine tabiliğinde bir-leşerek şekil değiştirebilir.
Demokratik, liberal tutum ve ezoterizm bütünleşmesi bu kurguların uzlaşı sağlayıcı niteliklerindeki ortaklıktan çok, paradigmal tahakkümün tümel ve tikelde içselleştirilmesindendir. Moderniteye ait burjuva ahlakının çeşitli görünümler altında içine işlediği ezoterizm ve demokratik anlayış kucaklaşmada sorun yaşamaz : ahlakın toplumsal düzenleyicililiği; erdem, doğruluk, dürüstlük, iyi bir vatandaş olma, sisteme ve rejime biat olarak etkinliğini göstererek ve bu sayede özneler oluşturarak oto-kontrollü bir sosyal yapı kurmada gizil ancak tam da bu yüzden daha etkili bir rol üstlenir.Demokratik/relativist anlayışın bu özneleştirici çabaları ve “cogito ergo sum”lu pozitivist düşünüş çeşitlemeleri, bir yandan bireye “sentetik” kendilikler pompalarken diğer yandan bireylerdeki yani “fazlalıkları” törpüleme işine girişir.
Bu söylemler ağı bireysellikten bahsederken, asıl olarak bireyleştirilmiş bir kitle yani; kitleleştirilmiş bireyler üretir.Hayali’nin derya içre balığı* ile soydaş olan birey, “özne olarak mevcudiyetini” diğer balığın gözlerindeki yansımadan kanıtlar.
Mistisizmin vulger hali olan dini inanış düzlemi süresince cehennemin arındırıcılığından çok korku temasıyla yoğrulan söylem, ezoterik paradigma içersinde korku, dolayısıyla ceza temasından kopar ve bunların yerleri “aşk” ve “sevgi” temasıyla doldurulur.”Aşk”/”sevgi” ile “sonsuzluk” arasında kurulmuş anlamsal bağ, sonsuzluğun kayıtsızlaştırcı etkisinde uyuşukluk olarak kendisini ifşa eder.Başka bir ifade ile içselleştirilmiş olan korku, dışsal tahakküm bir çeşit içselleştirilmiş kendini iğdişe dönüşür.Hadımın şehvetindeki soyutlaşma bundan haynaklanır.Artık dinin zorlayıcılığına gerek yoktur çünkü oluşan söylem içerisinde hadımlık ortak bir kabul ile gökselleşmiştir, kutsanmıştır.Yahudinin ve müslümanın hem bir damgalanma hem de iğdişlik imleyeni olarak fiziksel sünneti, dinler üstü konumuyla mistikte soyut, pasif bir sistem olumlaması ve tinsel bütünlük arzusundaki kutsiyet olarak anlamını bulabilir.
Bu aynı zamanda burjuva ahlakının kendisini topluma kabul ettirme yöntemini oluşturur: Avrupa 17-18 yy. ceza sistemi işleyişinin zorlamacı, salt kapatmacı ve dışsal yabancılaştırıcılığına karşın sonraki süreçte gelişen ve günümüzde de etkin olan suçlunun otoriteyi kabul etmek ve sosyal yaşamda görev almak suretiyle ıslah edilmesi, bir suç potansiyeli olarak “özgür bireyin” ise sisteme dahil edilerek -aynı zamanda tahakküm eden ve gören olarak- yüklenmiş oto-kontrol bağlamıyla yoğun işsel yaşantı ve fiziksel çalışma yardımıyla da bedenlerin edilgenleştirilmesi süreci ilginçtir. Cezadan çok ıslah amaçlı bu sistemin zorbalığa değil, tümel otoriteye itaat vurgusu ile anormal suçlunun normal olanla işbirliği yaparak arınması, mistiğin mukaddes(normal) ile ilişkisi içersinde amaç olarak kabul edilmiş hadımlığın içselleştirilmesinin geçiş noktaları, dil içerisinde dolayımlanmış olarak demokratik projeye nüfus edebilmiştir.
*cihan-ârâ cihan içindedir ârâyı bilmezler
ol mahiler ki derya içredir deryayı bilmezler
VI.
“Hak ancak tüm çizgilerini, resmini, ismini ve hüviyetini imha edene yansır.Marifet ve tüm diğer derin nitelikler alfabedeki harflere benzer, hepsi de bir başka şey için vesiledirler, işarettirler.İsim, çizgi ve resim gibi şeylerin tümü gözün saf gerçeği görmesini engelleyen sebep perdesidirler; ışığı gölgeleyen yapraktırlar”* Bu ifade kendi üzerine çevrilirse karşımıza ne tür bir durum çıkar? Bu ifade buradaki kritik üzerine çevirilirse karşımıza ne tür bir durum çıkar? İşte bu sorularda tüm bir felsefe tarihinin ve bu tarihin felsefik sorunlarındaki açmazların açar hale getirilmesi mevcuttur: açmazlık olarak ama bir açarlık şeklinde.
*Arabi
VII.
Mistiğin, insanın aslında büyük evren ve bir bütün olduğu, gökselliği ve tanrısallığı içerisinde barındırdığı görüşü ile modern adem-i merkeziyetçi anlayışın birbirinden farkı birinin mum ışığının aydınlığına, diğerinin ise Edison icadının aydınlığına kapılmış olmalarından kaynaklanır.Ancak belirtmek gerekir ki pervane kendisi ateşe atmakta tereddüt etmemesi ile pervane olmuştur, darısı ampül etrafına doluşan sineklerin başına... Elbet bir gün tungsten etrafındaki tabaka sineğin histerik tutkusundaki şiddetin etkisiyle kırılacaktır.İşte bir sineğin değeri bu camı parçalayıp parçalayamamada gösterdiği başarı ile ölçülür.
VIII.
Ezoterizmin hakikat için bir yol olduğu ve tam da bunun için çeşitli bölgelerde aynı felsefenin ortaya çıktığı hususuna karşı Martin Bernal daha yerinde bir açıklama getirir; “Kara Atina” : Antik Yunanın ve Platonculuğun Afrikan olması, Mısır ve Babil bilgeliğininYunan’a taşınmasıyla mistisizmin yükselişe geçtiği makul bir açıklamadır.Pythagoras’ın taşıdığı bilgeliğin Greklerce yazıya geçirilmesiyle bir yozlaşmanın ortaya çıktığı iddiası da doğrudur ancak bu yozlaşma ters yönde gerçekleşmiştir, yani ezoterzimin yozlaşması şeklinde değil, doğa filozoflarının ve özellikle de sofistlerin bertaraf edilip yerine meta-fiziğin dikte edilmesi şeklinde.
IX.
Modernitenin(aydınlanmacılığın) elinde felsefenin bir “zihin jimnastiğine” dönüşerek özünden uzaklaştığı, salt zahiri açıklama çabalarına giriştiği, dolayısıyla gerçekten uzaklaştığı şeklindeki mistik yakınmalar hakkaniyetlilikten uzaktır, dahası modernitenin bu tavrı sonuna kadar desteklenesidir. Grek mistisizmi kendisinden önceki felsefeleri tasfiye ederek, zihin jimnastiğini durdurup aklı durağanlaştırarak, onu idea ile dondurarak hımbıllaştırmış, gökselleştirerek ondaki “empirizmi” ve “bu dünyacılığı” katletmiştir.
X.
"New age"ci yaklaşımların beklentisi olan, insan yaşamında ayırt edilen çok yönlü ve niteliksel değişimlerin gerçekleşeceği şu “yeni dönem” oldukça iyimser bir bakış açısının ürünüdür.Bu çağda yaşanacağı düşünülen bilimsel, siyasal, sanatsal, kültürel, felsefi ve dinsel değişimler zirncirleme bir reaksiyon halinde birbirini izleyecek, insanlık bir level daha atlayarak gerçeğe, huzura ve mutluluğa yaklaşacaktır.Geleneksel ezoterik inisiyasyonu, bu Pollyanna safdilliğindeki koyunlaştırıcılığa ve sürüleştiriciliğe tercih etmek gerekiyor.Gelenekte en azından soylu bir yan vardı, bireyselliğe vurgusunda, tarikat içerisinde zamanla öne çıkanların kendi ekollerini oluşturmasında, ondaki elistist anlayışta bir incelik vardı.New age, demokratikliği ve toptancılığı ile daha yapışkan, sirayet ediciliğiyle mide bulandırıcı bir sümük değil mi?
Umut dolu kitleselliğiyle New Age yüz yılımızın paryalarını toplayarak, rönesansın ve aydınlanmanın etkisini kırmaya çalışan dinselliğin ikinci karşı hareketini oluşturur.İlki Almanların reform hareketleriyle ortaya çıkan bu karşı duruş ikincisinde tam anlamıyla evrim geçirerek bukalemunlaşmıştır. ”New age”; nam-ı diğer “new reformation”
XI.
Thomas Kuhn bilimdeki değişikliklerin yalnız tek tek kuramlar değil, paradigmalar değiştiğinde bir devrim şeklinde ortaya çıktığını söylediğinde, bunun new ageci akım için bir dayanak noktası olacağını biliyor muydu acaba? Yoksa bu paradigmik devrimler tam da yeni çağcılıktaki ilerleme anlayışının tersine mi işaret eder?
Onu tespit edebileceğimiz bir ölçütten yoksun olmamız sebebiyle de bilimsel ilerleme, yahut filanca ilerlemenin varlığından bahsetmek gevezelik etmektir. Bilimsel çalışmalarda görülen değişiklikler ise kökten bir perspektif farklılaşmasından kaynaklanırlar ve önceki paradigma için soy kırıcı niteliktedirler.Bilimin bilgi yığılması ile gelişmesi bir bilimsel mittir.
Dolayısıyla insanlığın hedefi olarak bulunabilecek bir nokta var değildir. Belirlenmiş hedefler ise keşfedilmiş olanlar değil, icat edilmiş olanlardan ibarettir, zira keşfedilecek bir “dışsal gerçek” bulunamaz.
XII.
Post-modern ezoterizm, new ageci akım geleneksel mistisizmden çok farklı değildir; ilerleme miti, hiyeyarşik konumlanışlar, tinselin gökselliği, maddenin hor görülmesi hala en geçerli otorite olarak kabul edilen bilimin korumasında "kuantum fiziğince" yedeklenerek semirtiliyor, kozmik tin küllerinden doğuyor, zihinlere yerleşip modern din olarak entelektüel etkinliği ele geçiriyor.
New age’in geleneksel mistisizmden miras aldığı hoş görü, farklılıkların muhafaza edilmesi, kültürel ve bireysel farklılıkların korunması gibi modern ideoloji ürünleri ile demokrasi kazanında pişirilmesi mevzusu yeni çağ ezoterizmi için bir zorunluluktur : Kim demiş reenkarnasyon yoktur diye, idealizmin oyunbazlığı, şekil değiştirmeleri bunun en büyük kanıtı değil midir? İdeal olan sahiden de dona girerek ürer, bu onun dişilliğidir.
XIII.
Kant’ın "numeni" ondan önce Hindu mistisizminde “om”, İslam ezoterizminde “hüve”, sufi zikirlerinde “hu” adını almıştı. Gerçeğin dile gelmezliği, içeriksiz adlandırılışın geçmişi oldukça eskilere dayanır.Ancak bu içeriksiz isimlendirme “politikası” gerçeğin özümlenmesi, mevcudiyetinin oldukça incelikli bir şekilde muhafaza edilmesidir.